15 Haziran 2011 Çarşamba

Prison Break'e başladık...

Dizi bağımlılığımız Lost ile başladı, 24 ile devam etti, araya tavsiye üzerine Flashforward aldık, sonra Alias derken Prison Break'e ulaştık. Yıllar öncesinde keyifle izlediğimiz  Friends ve Sex and the City de unutmamak gerek tabii.

Biz izlemeye başladığımızda Lost çılgınlığı ülkemize yayılmamıştı, konu tam bir sürpriz oldu, final sezonunu ise yeni izleme şansı bulduk. 24'ü hamilelik ve annelik dönemi dizim olarak ayrı bir yere koyuyorum - Başar'ın doğuma gitmemize birkaç saat kala "gel,bir bölüm izleyelim,havan değişsin" repliği beni hep güldürmüştür - izlemedim, anne adayları doğum öncesi havası değişsin istemezzzzler! Deniz doğdu, geceleri tek eğlencemiz onu uyuttuktan, onlarca misafiri evlerine uğurladıktan sonra 24 başına koşmak oldu. Son sezonu henüz izlemiş değilim.Flashforward'da çarpıldım, keşke devamı çekilse de izleyebilsek. Alias'ın ilk bölümü 90'ların romantik komedileri, dövüş sahneleri ise Jackie Chan filmleri tadındaydı, eee bunun izlenecek nesi var diye düşündüm ama dizi 5 bölüm sonra oturdu. Alias için Light 24 - içine duygu katılmış ve zamana yayılmış maceralar dizisi diyebilirim. İlk üç sezondan sonra ara vermek zorunda kaldık. Bir sezon=8 bölüm (!) Entourage beni pek açmadı. Bu nedenle Prison Break'e hızlı bir geçiş yaptık.

Başlamadan önce cezaevinde geçen ve içinde çoğunlukla  erkek mahkumların olduğu bir dizi ne kadar güzel olabilir ki gibi bir önyargım vardı. Pilot bölümle birlikte bu kaygı uçup gitti, merakla izliyorum. Dizi ilerledikçe (hala izlemeyen kaldıysa) önerip önermeyeceğime karar vereceğim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder