21 Kasım 2013 Perşembe

Tekrar merhaba...çok ihmal ettim bloğumu. Bugün fırsat oldu, iki satır olsun yazayım dedim. Bu ara çok kitap okudum, bende en çok iz bırakanı Tom Robbins'ten Parfümün Dansı oldu. Bu sezon bir çocuk oyunu dışında henüz tiyatro izleme fırsatım olmadı, bu gün aldığım bir bilet var, beğenirsem onu anlatırım. Sinemada ilk kez 3 boyutlu film izledim - Gravity. Temposu hiç düşmeyen ve çekimleri çok etkileyici bir film, izlemeye değer. Özellikle uzaydaki sessizlik ve boşluk etkisi için izlenebilir.

Şimdilik bu kadar, her günümüzün dolu dolu ve sağlıkla geçmesini diliyorum. Bir de bir haftasonu bir yerlere kaçıp kafamı dağıtmak istiyorum...
 


 Bir yaz gecesi rüyası...



Baykuşlarım 1


Baykuşlarım 2


 
Baykuşlarım 3

7 Kasım 2011 Pazartesi

Ekim ayından bize kalanlar...

Serra Yılmaz'dan duyularak Ralph Waldo Emerson'dan beğenilen bir alıntı:
"Başarı sık sık gülmek ve çok sevmektir; akıllı insanların saygısını ve çocukların sevgisini kazanmaktır; dürüst eleştirmenlerin onayını almak; sahte dostların arkadan vurmalarına dayanmaktır; güzeli sevmektir; herkesteki en iyiyi bulmaktır; karşılık beklemeyi düşünmeden kendiliğinden vermektir; geride ister sağlıklı bir çocuk, ister kurtarılmış bir ruh, ister bir parça yeşil bahçe, ister iyileştirilen bir sosyal durum bırakarak dünyanın iyileşmesine katkıda bulunmaktır; gönlünce eğlenmek ve gülmek; kendinden geçerek şarkı söylemektir; tek kişi bile olsa, birinin sizin varlığınızdan ötürü daha rahat nefes aldığını bilmektir. İşte bu başarılı olmaktır."

Romanlar:
1) Hınç Ayları - Pascal Bruckner - Ayrıntı Yayınları
İçinden kötülük fışkıran bir roman, okudukça negatifliğin esiri olunabilir. Pek tuhaf içeriği nedeniyle metrobüste okumaya hiç uygun değil :) Roman Polanski tarafından 1992'de Acı Ay adıyla beyazperdeye aktarılmış. (5/10)

2) Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey - Mine Söğüt - YKY
Uzun süredir okuduğum en farklı ve şaşırtıcı romandı, Mine Söğüt'ün dilini ve içiçe giren insan öykülerini çok sevdim. Bu romanda da "kötülük" başrolde ama bulaşıcı değil. (8/10)


"Geçmişi fotoğraflardan öğrenmek mümkün mü? Ne anlatabilir bugün bize, çoktan ölmüş bu insanların durgun ve suskun suretleri? Sadece zamanın geçip gittiğini ve herşeyin bir gün bittiğini. Herkes ölür. Her şey biter. Ama yine de hayatta aslolan telaştır. İstektir."

3) Luisito - Susanna Tamarro - Can Yayınları
Emekli bir öğretmenin hayatına tesadüfen giren bir papağanla değişen hayatı... Hem hüzünlü, hem keyifli bir öykü. (8/10)


Tiyatro:
1) İstanbul Şehir Tiyatrosu - Dullar
Sabun köpüğü bir oyun ama Güzin Özyağcılar ve Hale Akınlı karşılıklı döktürüyorlar - tek perde olduğu için sıkılmadan izlenebilir. (6/10)


Sinema:
1) Paris'te Geceyarısı - Woody Allen
Bu da sabun köpüğü bir film ama Paris dekorunda zaman yolculuğu - sanatçıların sahneye giriş çıkışları ve ince esprili bir Woody Allen imzası ile izlemeye değer. (7/10)

1 Ekim 2011 Cumartesi

İşler de evlilikler gibidir...

Yeni işime girerken "işler de aşklar gibidir"i yazmıştım; 2 ay sonrasında "işler de evlilikler gibidir, benim şu anki işim tam bir mantık evliliği - evet evliyim ama coşkulu değilim" diyorum.

Sonbaharı birkaç yıldır sever oldum, en sevdiğim yanı tiyatro sezonunun açılmış olması. Ekim ayı hedeflerim içinde en az bir tiyatro+sinema izlemek ve elimdeki romanı bitirip buraya yazmak olsun...

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Aydın Boysan'ın İstanbul'un Kuytu Köşeleri adlı kitabından...

"...Evet, yaşam kolay değildi. Zaten biz de kolayı aramıyorduk. Samatya-Yedikule çocukları olarak biz Cumhuriyetimizin en onurlu yıllarını yaşamaktaydık. Politika üst yönetiminde, "şaibeli kişi" yoktu. Pantolonumuzun yamalı, ayakkabımızın delik olması, hiç ama hiç önemli değildi.

Bizim, İstanbul'da ya da Türkiye'de bize benzeyen çocukların ve gençlerin, sefillikle boğuşan şartlar içinde yaşadığımız sanılabilir... Yanlıştır. Biz ülkemizin geleceğine inançlı olan, çok umutlu ve mutlu zamanlar yaşadık. Asıl sefillik, sahtekar ve aşağılık politikacıların at oynatabildiği bir ortamda yaşamaktır. Konfor artışı bu türlü sefilliğin utancını azaltmıyor."

14 Temmuz 2011 Perşembe

Prison Break - 2. sezondayız

Şimdiye kadar izlediğim diziler içinde en iddialı oyunculukların sergilendiği dizi. Özellikle T-bag ve Abruzzi (fotoğrafta soldan ikinci ve sağdan ikinci aktörler) inanılmaz. Abruzzi kendisinin de söylediği gibi "Shakespearevari bir mafyayı", T-bag ise kendi yarattığı dil hareketleri,saç modeli ile psikopat bir "sürüngen"i canlandırıyor. T-bag'in kızı ya da eşi olsam bu diziyi izledikten sonra onunla aynı evi paylaşmak ister miydim bilemiyorum :) Başrollerdeki Burrows ve Scofield (soldan üçüncü ve dördüncü) ise ağırbaşlı - ölçülü - disiplinli oyunculukları (ve tabii etkileyici fizikleri) ile başarılı bir oyun çıkarıyorlar. Yan karakterlerin tümü o kadar iyi tanımlanmış ki aslında tüm oyuncular başrolü paylaşmış diyebilirim.


Evet, evet, artık gönül rahatlığıyla tavsiye edebilirim diziyi...

7 Temmuz 2011 Perşembe

İşler de aşklar gibidir...

... hiç kimse bir gün biteceğini düşünerek başlamaz ne işe, ne de aşka... Önüme ailem için, benim için, kariyerim için güzel olacağını düşündüğüm bir fırsat çıktı; dört yıl önce koşarak geldiğim ve mutlu günler geçirdiğim işimden hüzünlenerek ayrılıyorum ve yepyeni bir takımın bir parçası olmak üzere yola çıkıyorum.

     
Bana şans dileyin...